ÖZ: Bu yazıda, ülkemizin değişik bölgelerinde yer alan bazı tortul havzaların çeşitli jeolojik özellikleri ile petrol potansiyelleri, güncel bilgi ve gelişmelerin ışığı altında yeniden yorumlanmaya çalışılmıştır.
ÖZ: İkincil gözeneklilik kumtaşlarının diyajenezinde önemli rol oynar. 1970`lerden sonra yapılan araştırmalar kumtaşlarındaki gözenekliliğin yarısından çoğunun ikincil kökeni olduğunu göstermiştir. Kimyasal, fiziksel, fizikokimyasal, biokimyasal ve biyofiziksel prosesler sonucu ikincil gözeneklilik kumtaşlarındaki çimento ya. da tanelerin çözünmesi, buruşması, oyulması ve çatlak-kırık oluşması şeklinde gelişir. İkincil gözeneklilik sedimanterin depolanmasından hemen sonra ve metamorfizma öncesi herhangi bir zamanda oluşabilir.. Yaşlı kumtaşlarında ikincil gözenekliliğin büyük bir kısmı kalsit, dolomit ve siderit gibi karbonat minerallerinin mezojenetik olarak çözünmesi sonucu oluşur. Feldispat, karbonat, sülfat ya da. kay aç parçacıları gibi duraylı olmayan sedimanter tane ya da çimentonun çözünmesi veya çatlaklanması sonucu, oluşan ikincil gözeneklilik kumtaşlarında oldukça yaygındır. Çatlaklarıma dışındaki ikincil gözenekliliğin bir çok açıdan birincil gözenekliliğe benzemesi, ikincil gözenekliliğin tanımlanmasında birden fazla belirtinin bulunmasını gerektirir, Kısmi çözülme, mold, homojen olmayan, paketlenme, aşırı boyutlu boşluk, sıralanmış gözenekler, kemirilmiş taneler, tane içi gözeneklilik, kırılmış ya da çatlaklanmış taneler ikincil gözenekliliğin tanımlanmasında kullanılan petrografik belirtilerdir.
ÖZ: Ulukışla-Çamardı Havzası, kuzeyde Niğde grubu., güneyde Bolkar grubu, doğuda ise Ecemiş fay koridoruyla kuşatılmıştır. Havzada, stratigrafi ve litoloji açısından birbirine benzemeyen 3 bölüm ayırtlanmıştır.. Bu çalışmanın amacı, inceleme alanındaki yaygın cevherleşmelerin kökenlerini,, oluşum mekanizmalarını, mineralojilerini ve yatak özelliklerini ortaya koymaktır. İncelemeler sonucunda bölgedeki cevherleşmelerin, kıta-kıta çarpışması ile etkinliğe başlayan mağmatizmaya bağlı olarak meydana gelen Karıncadağ Pb-Zn-Cu, Alkoyağı dere Cu, Karnıoğlu Fe-Cu, Esendemir tepe Fe-Co-Cu, Uçurumtepe Cu, Cipcip dere Fe-Cu, Kayserilinin dere Cu ve Yağlıtaş Pb-Cu gibi cevher yatakları oldukları saptanmıştır.
ÖZ: Ankara ve çevresinde Pliyosen yaşlı bir jeolojik bîiim yer almaktadır. Bu birim üzerinde bulunan pek çok coğrafik isim, birimin kendisine özgü kızıl kahverenginden dolayı,, "``Kizir sözcüğü ile başlar;. Bu nedenle, birim Kızıl formasyon (Pik) olarak adlandırılmıştır. Plk`nın oluşumu konusunda yaygın olarak iki görüş bulunmaktadır, Pik akarsularla (örgülü ve menderesli nehirlerle) oluşmuştur. Pik dağlararası gölsel ortamlarda oluşmuştur. Plk`nın çökelim ortamının doğru değerlendirilmesi, özellikle birim içerisinde yapılacak jeoteknik araştırmaların doğru yönlendirilmesinde sayısız yarar sağlamaktadır. Tortul birimlerde jeoteknik özellikler,, genel olarak tabakaların kalınlığına, bileşenlerin dane boyu ve çeşidine, alansal yayılımına, su toplama havzasının özelliklerine, vb. özelliklere bağlı olarak değişim göstermektedir., Bu nedenle, ilgilenilen alanın, Pik gibi tektonik hareketlerden etkilenmemiş bir birimin havzasının neresinde yeraldığı araştırma öncesinde bilinmelidir. Böylece araştırma, yöntemleri, doğru belirlenirken çalışma alanının genel jeolojisi de daha kolay anlaşılacaktır. Ankara, ve çevresinde yeralan altı ana çökelim havzası ayırtlanmıştır. Plk`nın çökelim havzaları tabanının engebeli (hummocky topograph) olduğu bilinmekledir. Hatip ovası havzasının kısa ekseni boyunca alınan bir kesitte havzanın gözlenen taban kotu > 1200 m ve < 700 m tür. Havza kenarlarında tortul breş, çakıltaşı ve kum taşı gibi iri daneli tortul kayalarla, başlayıp havza ortalarına doğru miltaşı, çamurtaşı, ve kiltaşı gibi ince daneli kayalara dönüştüğü, tüm Pik çökelim havzalarında çok sık gözlemleyebilen bir özelliktir. Birim, tutturucunun (cement) genellikle yüksek plastisiteli kil olması nedeniyle, suya uzun süre doygun olduğu yerlerde aşırı zayıf kaya dayanımı göstermektedir. Bunun yanışım, aşınma sonucu üzerinden fazlaca, yük kalktığı (stress relief) yerlerde, birimin üst. seviyeleri, genellikle sıkı - katı toprak zemin özelliği göstermektedir., Ancak, tabakalanma belirginliğini korumaktadır,. Havza kenarlarında kil % sinin çok az olduğu alanlarda orta zayıf - orta dayanım tortul tabakalar gözlenebilmektedir., Yumuşak (az.) eğimli ve geniş yayılımlı alanlarda Pik üzerinde kalın ve genellikle çakıllı bir zorı oluşur., Bu zon (mantle) çakıllı toprak; üye (Plkp) olarak adlandırılmıştır,. Plk`nın dağlararası gölsel ortamlarda oluştuğu görüşünü destekleyen çok sayıda kanıt saha ve laboratuvar araştırmalarından elde edilmiştir, `"Akarsu, çökelleri olarak oluşmuştur" görüşünü doğrulayan, yeterli jeolojik veri bulunamamıştır.
ÖZ: Bu çalışma ile yeraltı sıcaklığının ölçülmesi ve gradyan sondajlarının jeotermal aramaları için önemi" tartışılmaktadır. Dünyanın ortalama gradyan artışı 25C°/km.dir. Bu. gradyan artışı dünyanın her yerinde aynı değildir. Kayaçların ısı iletkenliği, ısı akısı dağılımı, aktif tektonik ve yeraltı sıcaksu dolaşımları gradyan değerini etkileyen faktörlerdir. Sığ derinlikte (1-15 m) yeraltı, sıcaklığını topografya, günlük sıcaklık değişimi, mikroklima, bitki örtüsü, su tablası derinliği ve nem miktarları gibi dış etkenler etki eder. Ancak, derin ölçümlerle karşılaştırıldığında zaman, ve parasal yönden kısmen daha ekonomiktir. Bu nedenle derin .arama sondajlarına geçilmeden, önce sığ ölçüm" verileri, diğer verilerle birlikte değerlendirilmelidir. Böylece, belirlenen gradyan sondaj lokasyonlarında daha sağlıklı ısı anomalileri, tespit edilmektedir
ÖZ: Bu yazıda 1950`lerden sonra güncellik kazanan wollastonitin genel özellikleri, oluşumu, kullanım alanları sunulmuş ve ekonomik önemi çeşitli ülkelerden ve Türkiye`den verilen örneklerle özetlenmiştir., Bu derleme niteliğindeki yayın wollastonit konusundaki`çalışmalara katkıda bulunmak amacıyla hazırlanmıştır
ÖZ: Ilıca tipi altın yatakları, yeryüzeyinin birkaç yüz metre derinliğinde oluşmuş ve halen oluşmakta olan volkanik tip epitermal yatakların ayrı.bir grubu olarak ele alınmaktadır.Silika sinter ve yaygın silisleşme ile hidrotermal patlama breşleri bu tipin belirgin özellikleridir.. Yatak tipi için en uygun, bölgesel tektonik konum kaktera kenarları boyunca veya çaprazmadır. Bununla birlikle,, cevherleşme genelde ana fay zonu içerisindeki tali kırıklarda yerleşmektedir. Cevher yataklarının,, volkanik kayalarla doğrudan bir ilişkisi yoktur.. Mağmatik etkinlik sadece, hidrotermal. dolaşımı yürütmek üzere gerekli ısıyı `sağlamaktadır. Cevherin değişik litolojilerde bulunması, ana kaya bileşiminin kontrol edici bir etken olmadığını gösterir. Altın, elektrom, stibnit, realgar gömüş sülfotuzları ve pirit başlıca cevher mineralleridir.Baz metal içeriği tipik olarak, düşüktür.Adülarya, serisit ve kuvars ana gang mineralleridir, ve manganez cevherleşmenin çevresinde bir hale oluşturur. Cevherleşme saçılmıştır, fakat bantlı damar dolguları da görülür. Au-As-Sb-Hg-Tİ derinlikle azalırken, Ag ve baz metaller düşey jeokimyasal zonlanmada artarlar.. Serisitik ve arjilik yan kaya alterasyonu geneldir... Duraylı izotop incelemeleri, hidrotermal akışkanların başlıca meteorik su kökenli olduklarını gösterir. Cevherli sıvıların tuzluluğu 0 ile 13 ağırlık % NaCl eşdeğeri arasındadır. Ortalama klorid iyon konsantrasyonu 1200 ppm, ve toplam, indirgenmiş kükürt 100 ppm dir. Akışkanların pH sı nötre yakındır. Au, hatta As vt Sb tiyo-kanflaşıklar (Au (HS>2) olarak taşınmıştır. Hidrostatik ve litostatik basınç düzeyleri arasında akışkanların kaynaması üyo-karmaşddann bozulmasına ve nabit altının çökelmesine yol .açmıştır.
ÖZ: Yazıda ele alınan, bölge, yaklaşık olarak, 36°-42° doğu boylamları ile 40°-42c" kuzey enlemleri arasında yer almakta ve Doğu (ve Orta) Karadeniz coğrafi bölgesi ile Gürcistan Cumhuriyetin bir bölümünü kapsamaktadır. Bu bölge, ilk insanlardan günümüze, onlarca halka, bir o kadar da inanca, bazen anayurttuk, bazen da geçici bir konak yeri görevini üstlenen Küçük Asya`nın tümü kadar olmasa bile, yine de çok sayıda halk ve uygarlığı bünyesinde barındırmıştır. Bu halklar ve madencilik faaliyetleri üzerine yapılacak bir çalışmanın, ciltlerle ifade edilebilecek hacmi bir yana, genel bir özetinin bile bu derginin sınırlarını aşacak olması nedeniyle, bu yazıda, yalnızca bazı konular ele alınarak, oldukça kısa bir özetleme yapılmıştır
ÖZ: Kıvrım / bindirme alanları. Dünya çapında petrol alınabilen yerlerdir, faka!, uzaktan algılama ile bu tipte alanları tanımlamak oldukça zordur, Yazar bu makalede yararlı olacağı açısından, Pakistan`da bu yönlü yapılın iş uzaktan algılama çalışmalarını sunacaktır. Wyoming Bindirme Kuşağı, Dünya çapında hidrokarbon üretimini sağlayan saha olarak, kıvrım. / bindirme alanlarının bir örneğidir.Bu sahada, 198Te değin, 58,4 Tef g ve 6,7 milyar` varıl petrole sahip, tahmini rezerv içeren on yedi saha saptanmıştır.Buna benzer diğer bindirme fay kuşakları, geniş rezerv potansiyeline sahip, ancak karmaşık yapısal konumlu ve derinde olmaları yüzünden dünyanın birçok yerinde araştırılmadan. bırakılmıştır.
ÖZ: Ülkemizde deniz bilimleri alanındaki araştırmalar ve bu konunun, öneminin anlaşılması oldukça yenidir. 1970`li yıllardan sonra petrolün denizde aranması amacıyla başlayan deniz araştırmaları bazı kuruluş ve üniversitelerce günümüze kadar yürütülmüştür. Bu çalışmalar henüz istenilen düzeye çeşitli nedenlerle ulaşamamıştır. 1975`ten günümüze Deniz Kuvvetleri seyir, Hidrografi, ve Oşinografi Dairesi Başkanlığınca askeri amaçlı deniz araştırmaları, MTA Genel Müdürlüğü, Dokuz Eylül Üniversitesi Deniz Bilimleri Teknoloji Enstitüsü, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Erdemli Deniz Bilimleri Enstitüsü ve İstanbul Üniversitesi Coğrafya Bölümü Deniz Bilimleri. Enstitüsü tarafından. da bilimsel amaçlı deniz araştırmaları yapılagelmiştir. Günümüzde Türkiye`de 7 adet araştırma gemisi mevcuttur ve bunlardan. MTA Sismik-1 ve MTA Sismik-2 jeofizik, yöntemleri, kullanırken, diğerleri deniz tabanı örnekleme aletleri ve diğer oşinoğrafik donanımlara sahiptir.
ÖZ: Ülkemizin oldukça zengin olan doğal kaynaklarının korunmasının ve bunların ülke ekonomisine en faydalı bir biçimde transfer edilmesinin,, geleceğimizin garantisi olduğu bir gerçektir. İnsanoğlu, doğadan daima bir şeyler alır; gerek onu işleyip besinini üreterek, gerek sanayi için maden ve kayalardan elde ettiği hammadeyi değerlendirerek varoluşunun devamlılığını sağlamaya, çalışır.. Sorun, aldığı kaynağın bitmez tükenmez olmadığının bilincinde olup olmamasındadır; yani doğadan aldığının tümünü tamamen değerlendirip değerlendirememesindedir. Burada iki önemli neden vardır: Birincisi ve en önemlisi bilgi birikiminin yetersiz oluşudur,. Bunun da nedenleri ya eğitim yetersizliği veya bilgi ile sermayeyi bir araya getirecek yasaların yokluğu yahut da bu şekildeki bir orgazinasyonun yapılanmamış olmasıdır İkincisi ise devlet örgütündeki karar verici organların birden fazla oluşu nedeniyle doğal kaynağın tasarrufundaki aksamalardır. Bu ise en vahim olanıdır, zira doğal kaynaklar öylesine yasalar çerçevesinde heder olacaktır ki,, gelecekte sanayi için. gerekli hammadde başka ülkelerden ithal edilmek zorunda kalınacaktır.. Bunun sonucu gelecekte tümüyle dışa bağımlılıktır. Bu durumdaysa toplumun ve ülkenin varlığı gelecekte tehdit altına girecektir.. Böylesine olumsuz bir sonucu yaşayacak gelecek kuşakları ise karşılarında sorumlu tutabilecekleri ne bir kişi, ne de bir kuruluş bulabileceklerdir. Halbuki gelecek kuşaklar bizim geleceğimizin garantisidir.
ÖZ: Deniz jeolojisi jeolojinin, modem ve klasik kavramlarını kollanarak okyanusların tarihçesini araştıran bilim dalıdır. Deniz jeolojisinin birinci amacı sular alımdaki yeryüzünün şekillendirilmesindeki işlevleri, okyanusların kendileri hakkındaki, özelliklerini ortaya, koymak ve okyanusların altındaki yeryüzünün tarihçesini araştırmaktır. Yeryüzünün dörtte üçünün sularla kaplı olduğunu düşünürsek deniz jeolojisinin önemi daha açık olarak ortaya çıkar,. Philip Koennerln (1958) söylediği gibi "No Geology without Marine Geology`"` Deniz jeolojisi/, jeoloji olmaz,.
ÖZ: 1982 yılında "Yeryuvarı ve İnsan." dergisinde doktora hocanı Ord. Prof. Dr. Ing. A.., MAUCHER`in ardından, bir yazı yazmıştım. Yaşamdan beklediği, tüm ereklerine ulaşmış, Almanya`daki ortalama erkek yaşını asmış bir kişinin ardından yazı yazmak, hiç de zor değildi. Ancak, bir zamanlar kendisine asistanlık yapmış genç bir bilim adamının zamansız kaybının ardından yazı yazabilmek, gerçekten en acıklı, buna karşın yerine getirilmesi kaçınılmaz en onurlu bir görev 24 Temmuz 1991 günü değerli bilim adamı Prof. Dr. Nezih TUZCU, yakalandığı .amansız hastalıktan, kurtulamayarak, çok. genç yaşta gözlerini yaşama yummuştur. Prof. TUZCU, görev yaptığı yirmi yıla yakın süre içinde gerek. Ege, gerekse Dokuz Eylül Üniversitesinin Jeoloji Mühendisliği bölümlerinin yeşerip gelişmesinde büyük emeği geçmiş; eğitim-öğretini, araştırma ve yönetim basamaklarında özveriyle katkıda bulunmuş bir meslektaşımızda Kendisine verilen her göreve heyecan ve coşkuyla sarılması, görevi en. başarılı biçimde tamamlamak için üstün çaba harcaması,,, ürettiği eseri güzel ve akıcı Türkçesiyle sunması, kulakları okşayan mikrofonik sesi her zaman anılarımızla tazeliğini koruyacaktır. Özellikle öğrencilerine ve asistanlarına karşı gösterdiği yakın ve sıcak ilgi, bildiğini en basite indirgeyerek öğretme tutkusu, kendisine danışılan her konuda yol göstermek için çırpınması genç meslektaşları tarafından hiçbir zaman unutulmayacaktır.